Dr. Öğr. Üyesi Murat CİHANGİR
Küresel pandeminin tüm gücüyle sosyo-politik alanı etkisi altına aldığı bir süreçte yaşanılanlara ilişkin net bir şeyler söylemek oldukça zor. Grift yönlerine rağmen farklı düzlemlerde farklı pek çok analizler yapılıyor.
Küresel pandeminin tüm gücüyle sosyo-politik alanı etkisi altına aldığı bir süreçte yaşanılanlara ilişkin net bir şeyler söylemek oldukça zor. Grift yönlerine rağmen farklı düzlemlerde farklı pek çok analizler yapılıyor. Ülkemizde de bu tür görüş ve analizler geleneksel ve yeni kitle iletişim platformlarında paylaşılıyor. Yaşanılan pandemi krizinin ekonomik, politik, sosyolojik boyutlarının farklı düzlemsel yansımaları bulunmaktadır. Bu yansımalar politik seviyede daha çok küreselleşme-ulus devlet dikotomisi veya demokratik ve antidemokratik sistem çerçevesinde keskinleşmektedir. Politik tartışmaların bu konulara odaklanmış olmasıysa başka bir sorunsalı işaret etmektedir. Sosyal bilim alanında yaşanan Kuhn’un ifadesiyle “Bilimsel Krizin” ülkemizdeki iz düşümlerinin henüz pek idrak edilmediğini göstermektedir. Oysaki bu süreçlerde yeni paradigmalara gereksinim duyulmaktadır. Bu gereksinim kısır tartışmalarda daha iyi görülmektedir. Küreselleşme–ulus devlet tartışmaları, bunlardan öne çıkanlardandır. Bu konuda, küreselleşme olgusu ile ulus devlet arasındaki simbiyotik ilişkinin görmezden gelinip bu iki olgunun birbirinin alternatifi olarak değerlendirilebilmesi başlı başına bir yanılsama göstergesidir. Yaşadığımız anda, Korona 19 virüsü bir açıdan bireyleri evlere hapsetmiştir fakat bir başka düzlemde ise bireyler tarihte hiç olmadıkları kadar bir birlerine sanal olarak kenetlenmiştir. Ayrıca, küreselleşme olgusunun köklü bir form değişikliği yaşadığını ve mevcut süreçte küreselleşmenin çok katmanlı bir anlayışla daha iyi idrak edilebileceği not edilebilir.
Bir başka açıdansa tartışma demokrasi kavramı etrafında dönmektedir. Demokrasi kavramına yüklenen farklı ideolojik anlamlar doğaldır ki pejoratif bir algı ve anlayışlar üretebiliyor. Bu kavramın özü, tarihsel gelişimi ve insanlık için ne ifade ettiği göz ardı edilip, kavram, Batı karşıtlığı üzerinden anlamsal başkalaşıma maruz kalıyorsa, demokrasi bir değerler sistemi olmaktan çıkar. Demokrasi kavramına yüklenen anlamların tartışılması, daha iyi, işlevsel, ve en önemlisi zamanın ruhuyla uyumlu yönde olmalıdır(Popülist eğilimde değil tabi). Bununla birlikte krize ilişkin cesur sorular sormaktan kaçınılmamalı. Örneğin devletlerin içe kapanmasının rasyonel bir seçenek olup olmadığı veya antidemokratik politik yapılanmalar, ülkeleri ve toplumları arzu ettikleri refah ve kalkınma ideallerine ulaştırabilecek mi ? meselesi gibi. Bir başka husus ise şu noktada düğümleniyor: Bir sistemi(liberal demokratik sistem) spontane ortaya çıkmış bir kriz üzerinden tümleşik olarak sorgulama ne kadar rasyonel ?
Politik alanla ilintili altı çizilebilecek bir başka husus ise güvenlik kavramı ve anlayışıdır. Sektörel güvenlik anlayışı geleneksel askeri güvenlik anlayışını en azından uluslararası ilişkiler yazınında bir ölçüde dönüştürmüştü fakat ulus devletler için askeri güvenlik nosyonu hala varoluşsal önem arz etmektedir. Korona etkisi belki bu anlayışın gözden geçirilmesini tetikleyecektir. Aslında bunun sorgulanması için bu pandeminin patlak vermesine de gerek yoktu. Tarihsel örnekler bu öngörüyü pekiştirmektedir. İki kutuplu ideolojik kutuplaşmanın biraz daha seyrek yaşandığı 1974 yılında Hindistan’ın nükleer güç olması sonrasında Zülfikar Ali Butto’nun "Gerekirse ot yiyeceğiz ama nükleer silah yapacağız" deyişi hatırlandığında Pakistan’ın bu ‘güvenlik’ hedefine doksanlı yılların sonlarında ulaştığı düşünüldüğünde, nükleer güç olmanın Pakistan’ı hedeflediği güvenlik seviyesine ulaştırmadığı görülmektedir. Bu tarihsel deneyim İran ve benzeri ülkeler için de geçerlidir. Bu genel bağlamda geleceğe ilişkin kısaca, devletin temel işlevlerinin ve organizasyonel yapısının değişeceğini vurgulamak gerekir. Örneğin Kriz Bakanlığı gibi birimlerin ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır ve bu bir gerekliliktir.
Güvenlik bağlamında politik alana ilişkin ek vurgulamalar yapılabilir fakat ekonomik alanda dünyayı içine çeken üretim modeli değişimine değinmek gerekir ki bu köklü transformasyonların sosyo-politik boyutları bulunmaktadır. Dördüncü Endüstriyel devrim bu noktada kritik bir rol oynamaktadır. Pandemi öncesinde yeni üretim modeli özellikle sosyolojik yönleri ile tartışılmaktaydı. Pandemi insanı salt kaba fiziki emek olarak değil aynı zamanda akıl olarak da devre dışı bırakabilecek ve “Dördüncü Endüstriyel Devrimin” kapısını daha fazla aralayacaktır. Bu çerçevede, Korkunun rasyonaliteyi esir aldığı vetirelerde varoluşsal kararların alınmasının daha hızlı olabildiğinin altı çizilebilir. Çin’de pandemi sürecinde robot hasta bakıcıların üstlendikleri roller bunun karinesidir. Böylelikle bir bakıma, dördüncü endüstri devrimine adapte olan dünya, bu krizle hızlandırılmış adaptasyon patikasına girmiş gibi..
Bu süreç aynı zamanda sosyolojik yapının dönüşümünü de hızlandıracaktır. Bu köklü dönüşümü salt pandemi ile ilişkilendirmek doğru değildir. Pandemi bu dönüşüm sürecini hızlandırmıştır. Buna post-sosyoloji demek ne kadar doğru, tartışılması gerekse de geleneksel hatta postmodern sosyoloji kavramlarının ötesinde sosyolojik bir imgelem geliştirmek gerekecektir. Son olarak pandemi sonrasına ilişkin projeksiyonların, krizin geçici mi yoksa kalıcı mı soruları eşliğinde yapılmasında metodolojik bir faydanın olacağı şerh düşülebilir…
Comments